30 Ağustos 2013 Cuma

Dönüşüm Haberleri Eylül 2013

Dönüşüm Haberleri Eylül 2013                

Sandra Ingerman

Spiritüel uygulamamızda çalıştığımız görünmeyen, gizli alemler ve formsuz enerjilerle bağlantımızı derinleştirirken keşfedecek çok şeyimiz var. 

Geçen ay yazdığım gibi, görünmeyen alemlerle bağlantıya geçerken genellikle metotların içinde kayboluyor ve  yüzeyin ötesinde olanları kaçırıyoruz.

Genellikle spiritüel çalışmamızı nasıl yapacağımızı söyleyen yönergeleri izlemeye çalışıyor ve yönergelerin bize yalnızca girriş kapısını gösterdiğini unutuyoruz. Fakat bir noktada kapıdan geçmek ve görünmeyenin gerçek derinliğine doğru gitmek için metotları ve yönergeleri bırakmalıyız. Zira “yönergeler” bizi yüzeyde tutabilir ve ruh dünyasının güzelliğini gerçekten keşfetmemizi sınırlayabilir. Yönergeler ve öğrenme metotları yolculuğa başlamada bize yardımcı olabilir. Hepimiz bir yerden başlamak zorundayız. Ancak bir noktada kurslarda ve kitaplardan okuyarak öğrendiklerimizi bırakmanın ve kendi yolumuzu bulmanın zamanı gelir.  

Yaşadığımız dünyanın bir parçası olan duyusal uyaranlara o denli maruz kalıyoruz ki ruhun, yardımcı ruhların ve doğanın, sözcüklerin ötesinde olan fakat ruhumuzun derinliklerine dokunan iletişim yollarıyla bizi bilgilendirebileceği sessiz alanı bulmak zor. Ruhun gizemlerini yüzeyde kalarak veya rasyonel düzeyden anlayamayız.  

Yıllardır sizleri kendi yaradılış öykünüzle çalışmanız ve yaratıcınızla tanışmanız için cesaretlendiriyorum. Ve Dönüşüm Haberleri’nin Ağustos sayısında da sizden yaradılışın gerisindeki enerjiyi deneyimlemenizi  istedim.

Yaradılışın gerisinde rasyonel olarak anlayamayacağımzı ve sözlerin ötesinde bir enerji vardır. Sözcükleri bırakmak ve öykünün gerisindeki anlamı deneyimlemek bize, ruhumuzun derinliğine seslenen bir iletimi alma  olanağı verir.

Doğada yürüyüş yaptığımızda ve elementlerin ruhuyla ve diğer doğa varlıklarıyla konuştuğumuzda, gerçek bilgelik rasyonel anlayışın ötesindeki bir iletimle gelir. Bu enerjik iletim, büyümemize katkıda bulunan, doğuştan sahip olduğumuz bir bilişe dokunur.

Aynısı şamanik yolculuk uygulaması yapanlarınız için de geçerli. Yardımcı ruhlarımızın bize ilettiği görsel ve işitsel mesajlara takılıp kalıyoruz. Genellikle bizimle paylaşmaya çalıştıkları daha derin anlamları aramayı bırakıyoruz.

İnisiyasyonun amacı, ruhun derinliğinin ışıması için egonun ve kişiliğin yüzeyini kazımaktır.

Dönüşüm Haberleri Ağustos sayısının duyurular bölümünde Sparrow Hart’ın yazmış olduğu “Rüyalar ve Yusufçuk’a Dair” adlı yazının bağlantısını paylaşmıştım.

Sparrow Hart, yazısında, yusufçukların 16,000 merceği olan iki çift göze sahip olduklarını nasıl öğrendiğini paylaşıyordu. Sparrow Hart, yusufçukların bizim aklımızın almayacağı ve anlayamayacağımız bir evrende yaşadıkları hakkında düşüncelerini anlatıyordu. Bu bende derin bir düşünce sürecini tetikledi.

İnsanlar olarak içsel ve dışsal duyulara sahibiz. Fakat, batı dünyasında, duyularımızın derinliğini kullanmıyoruz.

Modern dünyada yaşarken duyularımızı nasıl körelttiğimiz üzerine derinlemesine düşünmeye başladım. Havası kirli, ağırlaşmış yerlerde yaşıyor ve çalışıyoruz. Pek çok insan, havanın kokusunu gizlemek için yapay kokulu spreyler ve mumlar kullanıyor.  

Gün boyunca elektronik araçlarımızla müzik dinliyoruz. Pek çoğumuz dışsal gürültüyle öylesine çevrilmiş biçimde yaşıyor ki ne kuşların şakımalarını ne de hafif meltemlerin, güçlü rüzgarların ya da yağmurun sesini duyamıyoruz.

Bir ağacın şarkı söylediğini en son ne zaman duymuştunuz? Ağaçlar şarkı söyler ve eğer “görünmez kulaklarınızı” açarsanız onları duyabilirsiniz.

Ve pek çoğumuzun bedenlerimizle bağlantısı yok ve çevremizdeki her şeyle tümüyle temas etmek için kendimize izin vermiyoruz.

Yiyeceklerimizin tadını pek çok yapay aroma ve tatlandırıcılarla maskeliyoruz, toprağın bize armağan ettiği taze lezzetlerin artık zevkine varamıyoruz.   

Kendimizi genellikle öyle çok maddi eşyayla çevreliyoruz ki duyularımız aşırı yükleniyor ve doğal dünyanın güzelliklerini içeri alamıyoruz.   

Bir arkadaşım bana Avustralya kırsalında çıktığı bir nehir gezisinin nasıl geçtiğini anlattı. Teknedeki rehberleri, turistlere ileride üzerinde yılan olan bir ağacı göstermeye çalışmış. Teknedekiler, rehberin işaret ettiği ağacı bile görememişler. Yakınlaştıklarında herkes ağacı ve yılanı görebilmiş ve rehberin bu denli uzağı görebilmesinden hayrete düşmüşler. Belli ki rehberin duyuları, doğal dünyada yaşaması nedeniyle canlıydı. Algı ve farkındalığımızı genişletme yeteneğimizi kayıp mı ettik? Pratikle bu yeteneği geri kazanabiliriz.

Bunların hepsi, yaşamın bize sunduklarının çoğunu kaçırdığımızı anlatmak için. Bize armağan edilmiş duyuları gerçekten kullanmadığımız sürece yaşamın güzelliklerini algılayamaz ve doğayla bağlantı kuramayız.

Çevremizi saran dünyanın gücü ve güzelliği ile iletişim kurabilmek için duyularımızı yeniden tümüyle canlandırmamız gerek. Ve ancak bundan sonra herşeyin içinde yaşayan güzelliği anlayabiliriz.

Ayrıca olağan dışı duyularımız da var. İçsel duyularımızı kullanmak yoluyla şamanik, psişik ve sezgisel bilişimizle bağlantıya geçebiliriz. Fakat burada yine pek çoğumuzun kendi psişik duyularıyla çalışmayı bıraktığımızı görüyorum.  

Deprem ve diğer doğal felaketlerden önce hayvanların davranışlarında belirgin farklılıklar oluşur. Tayland’daki yıkıcı gelgit dalgası sırasında hayvanlar, daha dalga insanlar tarafından görülmeden önce daha güvenli olan yüksek yerlere kaçtılar.

Boa yılanı olan bir arkadaşım var ve yılan, depremden önce tedirgin oluyor. Aynı davranış kuşlarda, köpeklerde, kedilerde ve diğer hayvanlarda da görülebilir. Çoğu insan, psişik duyularını hayvanların aldığı mesajları alamayacak düzeyde köreltmiş. Diğer doğa varlıklarının, çevrede oluşan değişiklikleri algılamaya yetecek düzeyde keskinleşmiş duyuları var.   

Şamanik yolculuk eğitimi verirken yaşadığım en büyük hüsran, insanların yolculuklarını adeta bir film veya televizyon seyreder gibi “görmeye” odaklanmaları. İnsanların bütün olağan dışı duyularının derinliğini deneyimlemelerini sağlamak benim için zor olmuştur. Zira ruhlar yalnızca bize imajlar göstermek yoluyla iletişim kurmazlar.  

Şamanik yolculuk, pek çoklarının bugün uyguladıkları gibi, beden dışı bir deneyim değildir. Şaman, bilinç durumunu değiştirerek, görünen ve görünmeyen alemler arasındaki perdeyi kaldırır ve gerçekliğin farklı bir boyutuna adım atar. Şamanın duyuları bu boyutta aktif haldedir. Bir şaman bizim günlük yaşamımızda yaptığımız gibi görür, duyar, hisseder, koku ve tat alır. Şaman, yardımcı ruhlarına gider ve onlarla bizim gündelik yaşamlarımızda diğerleriyle kurduğumuz gibi ilişki kurar.

Günlük yaşamlarımızı yaşarken, çevremizdeki zengin ve sihirli dünyayı algılamak için olağan dışı duyularımızı açabiliriz. İş yerimize yürürken rüzgarla gelen bir mesajı duyabiliriz. Olağan duyularımız aşırı yüklü olmadığında kendimizi, rehberliğin veya bilgeliğin gerçeğini iliklerimizde hissettiğimiz içsel bilişlerle bağlantı içinde buluruz.

İçsel ve dışsal duyularıyla doğa varlıkları, , içimizde ve dışımızdaki yeryüzüyle nasıl bağlantı kuracağımız konusunda bizim için büyük öğretmenlerdir. Bunu yaptığımızda, yaşamlarımızda olan herşeye dair algımızın da değiştiğini görürüz. Yaşam daha derin bir anlam kazanır ve yaşamın sunduklarındaki güzelliği görmeye başlar ve bir beden içinde olmanın değerini anlarız.

Çoğu insan bedenleriyle bağlantı içinde olmak istemiyor. Belki geçmiş bir travma ya da hastalık gibi çeşitli nedenlerden dolayı beden içinde olmak sevinç dolu bir deneyimden ziyade bir acı kaynağı. Ve pek çoğumuz doğadan kopuk olduğumuz gibi bedenlerimizden de kopuğuz. Zira gerçekten doğada olmak bizi hemen bir beden içinde olmanın güzelliği ile yeniden bağlantıya geçirir.

Bedenlerimizi onurlandırmanın ve onu reddetmemenin veya yargılamamanın zamanı. Doğanın bize sunduklarını görmenin, duymanın, hissetmenin, tatlarını ve kokularını almak için kendimize izin vermenin zamanı. Ve ancak bundan sonra şu anda çoğumuzun ancak hayal edebildiği bir evrende yaşabiliriz.

Algımızı keskinleştirmeyi öğrenirken kendimizi açabileceğimiz pek çok farkındalık düzeyi mevcut.

Dolunay 19 Eylül’de. İlahi ışığınızı deneyimlemek için kendi giriş kapınızı bulun. Ve geçen ay yazdığım gibi, yüzeyden derine inerek ışıktan bir varlık olduğunuzu yalnıza bilmek değil tümüyle deneyimlemek için gereken hazırlık çalışmasını gerçekleştirin. Bunu deneyimlediğiniz esnada titreşiminiz değişmeli ve bilinciniz yükselmeli.

Bu yükselmiş bilinç ve titreşim düzeyinde ışığınızın, ışık ağıyla bir olduğunu deneyimleyin. Hepimizin yaydığı ışıkla saf bir birlik halini deneyimleyin.

Eğer Dönüşüm Haberleri’ni okumaya yeni başladıysanız, dolunay seremonimizin detayları için lütfen “İnsanlardan Oluşan bir Işık Ağı Yaratmak”  başlıklı yazıyı okuyun.

Gün dönümü 22 Eylül’de. Tekrar yeni bir mevsimi karşıladığımıza inanamıyorum!

Kuzey yarıkürede yaşayanlarımız için, görünen ve görünmeyen duyularımızın gerçek derinliğini deneyimlediğimiz bir hayatı yaşamamıza hizmet etmeyen alışkanlıklarımızı bırakmakla ilgili derinlemesine düşünmek için ne mükemmel bir zaman. Bundan ödün vermeme seçimini yaparak canlılığımızı tümüyle geri getirmek ve daha geniş ve daha derin bir algı anlayışını deneyimlemek için harika bir zaman. Daha derinlere dalmak ve bizi yaşamın yüzeyinde tutan yapay işlev görme yollarını bırakmak için harika bir zaman. Bize ve gezegene artık hizmet etmeyen yaşama ve çalışma biçimlerini bırakırken yeniden doğuşa da açılırız. Yeni bir yaşam biçimine açılırız.
Güney yarıkürede yaşayanlarınız için yukarıda yazdıklarımın vizyonunu taşıyan tohumları ekmek için ne kadar bereketli bir zaman.

Herkes için sevinç dolu, canlı ve ışıltılı bir gün dönümü diliyorum!

9 Ağustos 2013 Cuma

BİR RÜYADAN KELTLERİN ANKARA’SINA VE İSKOÇYA’YA UZANAN BİR MACERA

Simin Uysal

Rüyalar yalnızca yorumlanmak için değildir, eylem gerektirir. Bu eylem bazen bir araştırma olabilir ve ben de rüyanın ipuçlarını takip ederek dedektiflik yapmaya bayılırım.  
Nisan ayıydı. Birlikte bir proje üzerinde çalıştığımız yabancı şirketten Ankara’ya bizimle görüşmek için gelen arkadaşı eve yemeğe davet ettim. Ankara’ya ilk gelişiydi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni görmek istiyordu. Ben de birlikte gidebileceğimizi, sabah onu otelinden alacağımı söyledim. Saat onda buluşmak için sözleştik.

Sabaha karşı harika bir rüyayla uyandım. Rüyamda antik bir kalenin içinde bir rehber eşliğinde geziyordum. Sekiz on yaşlarında bir oğlan, heyecanlı içinde, beni gruptan ayırarak etrafı gezdirmeye başladı. Bir odaya girdik. İçeride yeni toplanmış üzümlerin nasıl yıkandıklarını gösterdi. Oğlanın dedesi de üzümü hangi işlemlerden geçirdiklerini anlattı. Üzümlerin yıkandıkları odadan çıktıktan sonra, taştan koridorda yürürken, muhteşem bir kadın sesinin söylediği bir şarkı duymaya başladım. Ses hemen dışarıdan geliyordu. Dışarı çıktığımda, avluya benzer bir yerde bir meşe ağacıyla karşılaştım. Şarkıyı söyleyen meşe ağacıydı.

Kulaklarımda meşenin şarkısı ve yüzümde bir gülümsemeyle sabah dörtte uyandım. Eşimi rahatsız etmemek için ayaklarımın ucuna basarak çalışma odama gittim ve rüyamı yazdım. İlk çağrışımlarımı not ederken aklımda Druidler vardı. Druidler Keltlerin rahip sınıfına verilen isim. Diğer bir anlamının da meşe ağacı insanları olduğunu okumuştum. Kelt denildiğinde ise aklıma İngiltere, Galler, İrlanda ve özellikle İskoçya geldiği için üzüm ve şarap yapımını bir türlü bağdaştıramadım.

Sabah sözleştiğimiz saatte arkadaşımı otelinden aldım ve beraberce Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittik. Müze, Ankara’da Ulus semtinde Ankara Kalesi’ne birkaç adım uzaklıkta. Geçen yıldan bu yana ise yenileme çalışma yapıldığından, büyük bölümü kapalı. İçeri girerken görevli alt katta yenilemenin tamamlandığını ve yeni koleksiyonu görebileceğimizi söylediğinde bu yüzden çok sevindim.

Alt kata indiğimde, muhteşem bir sergiyle karşılaştım fakat dikkatimi asıl çeken Gordion’da bulunmuş bir yüzüktü. Üzerinde bir çıpa figürü vardı ve Ankara’nın antik adı olan Ancyra’nın harfleri kazınmıştı. Ankara’yı gemi çıpası sembolü ile düşünmek hayli zor. Denizin olmadığı yerde gemi çıpası, hem de şehrin sembolü olarak bir hayli ilginç geldi. Konuyu araştırmaya karar verdim.

Akşam sevgili Google’a danıştım, şöyle diyordu “Galatlar MÖ 280-274 yıllarında Balkanlar ve Batı Anadolu'da yaşadıktan sonra Orta Anadolu'da Ankara ve Çorum, Yozgat yöresine yerleşen Orta Avrupa kökenli Kelt kavimine mensup Galyalılara Yunanlıların ve Romalıların verdiği ad. Galatların yerleştiği bölgeye Antik Çağ'da Galatya adı verildi…Bugünkü Ankara isminin türetildiği Ankyra kelimesinin durduran anlamında Galatlar tarafından verildiği söylenir. (İngilizcedeki "anchor" (deniz çıpası) kelimesinin Ankyra kelimesinden türediği söylenir) Bölgede yapılan yüzey araştırmalarında Polatlı'da Basrikale ve Hisarlıkaya, Sakarya Irmağı'na hakim Çanakçı ve Çağlayık, Beypazarı'nda Tabanoğlu ve Dikmenkale, Ayaş'ta Canıllı, Keçiören'in Bağlum köyünde Hisartepe ve daha başka kale kalıntıları belirlendi. Kalelerin bazıları çevredeki kaya kitlelerine bağlanarak yapılmıştı. Galatlar, Ankara Kalesi gibi birçok kale yaparak bölgede egemenliklerini kurdular... Ankara Kalesi’nin ilk yapıldığı tarih kesinlikle bilinmemekle birlikte, M.Ö. 2. yüzyılın başında, Romalılar bölgeye geldiğinde, Galatlar’ın Tektosag kabilesi kaleye sığınmıştır. Önemli Galat merkezi olan Ankara Kalesi, İç Kale ve Dış Kale olarak iki kısımdan oluşur...

Rüyamda gezdiğim kalenin Ankara kalesi olduğunu böylece anladım. Çok iyi savaşçı olan Galatların şarapçılık ve tuzculuk ile de uğraştıklarını da öğrendim.  Ankara ve civarının tarih boyunca üzüm bağları ile bilindiğini de hatırlayınca benim için herşey netlik kazanmış oldu. Son yıllarda Hattiler, Frigler ve Hititler’e öylesine merak sarmıştım ki sanki Keltler bana “bir dakika, burada biz de yaşadık” diyorlardı. Onları tamamen atlamıştım.  

Hepsi bununla da kalmadı. Olanlar, çeşitli sebeplerden dolayı yapmaktan vazgeçtiğim İskoçya yolculuğu ve Sandra Ingerman’ın “Yeryüzü için Şifa ve Spiritüel Işıkla Şifalanma” çalışmasına katılmak için beni cesaretlendirdi. Yine bir Kelt diyarı olan İskoçya’da ilham verici bir hafta geçirdikten sonra, Yeryüzü  için Şifa çalışmasını paylaşmak için büyük bir heves ve mutluluk içinde geri döndüm. 

SAKSAĞANLARIN YARDIMI

SAKSAĞANLARIN YARDIMI

Simin Uysal

Yaşadığım evin etrafı ağaçlık. Mutfak penceremin önünde yaşlı bir çam yaşıyor. Yaz kış, her sabah önceki akşamdan artan ekmekleri kuş lokması yapıp ağacın altına serperim. Onlarca serçe, bir kumru ailesi ve saksağanlar da hemen beliriverirler. Kahvaltıyı onlarla beraber yapıyoruz gibi hissederim.  Özellikle serçeler, yemekleri bittikten sonra, şarkılarıyla bize neşe verirler. Saksağanlar çok akıllılar. Yemekleri zamanında hazır olmadığında gagalarıyla penceremi tıklattıkları çok olmuştur.

Kuşlar dışında çevrede yaşayan pek çok sokak kedisi ve köpeği de var. Köpekler daha çok hemen yakınımızdaki koruluk alanda yaşıyor. Kedilerse her yerdeler. Mahalle olarak, onları da unutmuyoruz. Hemen her köşede küçük leğenlerde su ve koruluğun girişinde de belirlediğimiz bir yere yiyecek bırakıyoruz.

Dün sabah, bayram ziyareti için evden çıkıp bir üst sokağa döndüğümde yolun kenarında bir köpek gördüm. Sarkan memelerinden yavruları olduğu ve onlara süt verdiği anlaşılıyordu. Sokakta hayat zor. Bir deri bir kemik kalmıştı. Aksilik, arabada verebileceğim hiçbirşey yoktu. Yiyecek bıraktığımız yerden de çok uzaktaydı. İçimden ona beklemesini söyledim.
Eve döndüğümde hemen kocaman bir tasta yemek hazırladım ve köpek ailesini aramaya gittim. Elbette gördüğüm yerde değildi. Ben de bir elimde yemek diğer elimde su tasıyla, ağaçların arasından koruluğun içlerine doğru tırmanmaya başladım. Herhalde yarım saat yürümüşümdür. En sonunda baktım ki git git bulamıyorum, geri dönmeye karar verdim. Koruluğa girdiğim ilk noktaya yaklaşırken, saksağanları gördüm. Daldan dala sessizce uçuyorlardı. Son çare, onlara seslendim. “Yıllardır sizinle arkadaşız, köpek ailesinin yardıma ihtiyacı var ama onları bulamıyorum. Kuş bakışı onları bulmanız daha kolay. Lütfen yardım edin.” Bir cevap beklemiyordum ama bu çağrıdan sonra olanlar beni hem çok şaşırttı hem de çok mutlu etti.

Elimdeki tasları nereye bıraksam diye düşünerek yürürken, saksağanların gaklamalarını işittim. Seslerin geldiği yer çok uzak değildi. Onları görmek için başımı kaldırdığımda, yaklaşık elli altmış metre ileride, koruluğun içindeki bir ağacın üzerinde daireler çizerek uçtuklarını gördüm. Deli gibi gaklıyorlardı. Kendi kendime “yok artık” dedim ama gösterdikleri yere doğru yürümeye başladım. Yirmi otuz metre kadar gitmiştim ki ne göreyim, anne köpek az ilerideydi. Yanında da yavruları! Beni gören anne, havlamaya başladı. Belli ki daha fazla yaklaşmamı istemiyordu. Ona “Tamam” dedim, “Yardım etmek için geldim, yemek ve su getirdim.” Elimdekileri yavaşça yere bıraktım ve geri döndüm. Geriye dönüp baktığımda,keyifle yemeğini yiyordu. Artık yiyeceklerini nereye bırakacağımı biliyorum. Onları bulamadığımda saksağanlardan yardım isteyebileceğimi de.  

Saksağan şamanizmde de önemli bir kuş. İki dünya arasındaki kapıları açabilme yetenekleri ve iki dünya arasında mesaj taşımalarıyla bilinirler. Onları görmek, benim için daima iyiye işarettir. 

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Yeryüzü için Şifa

Yeryüzü için Şifa  

Sandra Ingerman

Nehirler bana daima yaşamın sihrini hatırlatır. Nehirlere olan sevgim nehir kirliliğinin geri dönüştürülebilir olup olmadığını ve daha geniş bir düzeyde de tüm çevre kirliliğinin geri döndürülmesi konusunu merak etmeme yol açtı.

1978 yılında San Francisco State University’nin Deniz Biyolojisi bölümünden mezun oldum. Nehir kirliliğini geri döndürme konusundaki merakım beni biyoloji konusunda master başvurusu yapmaya yönlendirdi. Tezim nehir kirliliğini geri döndürmek konusunda olacaktı. Başvurmuş olduğum okul tez önerim konusunda heyecanlıydı ve ben de bu konuyu keşfetmek için bilimsel yoldan yürümeye hazırlanıyor gibi görünüyordum.

O zaman farkına vardım ki, bilim alanında çalışmayı istemiyordum. California Asya Çalışmaları Enstitüsü’ne (şu anki ismi California Integral Çalışmalar Enstitüsü) kayıt oldum ve psikolojik danışmanlık konusunda master derecesi için çalışmalara başladım.

Orada okurken şamanik yolculuk üzerine bir ders aldım. Şamanizm, geçmişi en az 40,000 yıla dayanan, insanlığın ilk spiritüel uygulaması. Bazı antropologlar, şamanizmin geçmişinin 100,000 yıldan geriye gittiğine inanıyor. Şamanizmde temel metot şamanik yolculuk. Şamanik yolculuk, olağan dışı gerçekliğe seyahat ederek ve yardımcı ruhlarla, şefkatli ruhlarla çalışarak  doğrudan esin yoluyla sorulara cevap ve şifa yardımı almak için spiritüel bilgiye ulaşmanın bir yolu.

Şamanizmi uygulamaya 1980’de başladım ve kişisel uygulamam beni ruhlarla birlikte çevre kirliliğine geri döndürme yollarını keşfetmeye yönlendirdi. Bu konuda yirmi yıl boyunca yaptığım yolculuklarda almış olduğum en önemli mesajlardan bir tanesi dünyamızı ve çevremizi ne yaptığımızın değil kim olduğumuzun değiştireceği idi.  İçteki uyum dıştaki uyumu yaratır. Yani gerçek çalışma, düşünce, tavır ve inanç sistemlerimizi değiştirmeyi öğrenmek. İçsel durumumuz dış dünyadan bize geri yansıdığından dolayı, içsel durumumuzu değiştirebilmek için gerçekte “ruhun simyası” ile çalışmamız gerekir. Bu büyük bir çalışmadır ve gündelik olarak ve gün boyunca sürdüreceğimiz spiritüel uygulamalara bağlılık gerektirir.

İncil, Kabala ve farklı Taocu, Hindu, yogik, simya, Mısır ve şamanik çalışmaların öykülerinde bir zamanlar mucizelerin gündelik olaylar olduğundan bahsedilir.  Antik kültürler, mistikler ve azizlerin mucizeleri nasıl gerçekleştirdiğine dair ipuçları için farklı spiritüel gelenekleri araştırdım. Mucizeler hakkında okumaya devam ederken tüm mucizelerin parçası olan formülün öğeleri de şekillenmeye başladı. Bana gelmiş olan formül bir hologram. Öğeler ayrı ayrı iken değil ama hep birlikte dönüşüm yaratıyor.  Dönüşümü, bir maddenin doğasını değiştirebilmek anlamında kullanıyorum. Çevresel değişimi etkileme çalışması toksik maddelerin nötr maddelere nasıl dönüştürülebileceğidir.    

Varmış olduğum formül, niyet + birlik + sevgi + odak + konsantrasyon + uyum + imajinasyon = dönüşüm.

Tüm mucizelerin gerçekleşmesi için neyin olmasını istediğimize dair güçlü bir niyetimiz olmalı. Niyet eylemi yaratır. Bu konsantrasyon içerir. Spiritüel uygulamanın başarının anahtarlarından biri konsantre olabilme becerisidir. Ayrıca, odağımızı kısa ve uzun vadeli amaçlarımız üzerinde tutabilmek de önemli.

Tüm mucizeler ilahi güçle bir olmayı içerir. İncil’de İsa adımla yarat dediğinde bunun gerçek Aramice çevirisi Tanrı’yı bilmek ve Tanrı gibi şifalandırmaktır. Bunun anlamı yaşamın yaratıcı gücüyle bir olmanın gerçek şifanın oluşması için şart oluşudur. Hindistan’da bir guru olan Sai Baba, mucizevi eylemleri ve şifa becerileri ile tanınır. Sai Baba der ki: “Aramızdaki tek fark, benim kim olduğumu biliyor ve senin bilmiyor olman” (kendisinin ilahi olduğu anlamında). Bunlar farklı mistiklerin birlik hakkında söylediklerine dair yalnızca birer örnek.

Sevgi, yalnızca sevginin şifalandırmasından dolayı, tüm mucizeler için gereklidir. Teknikler şifalandırmaz. Açık bir kalbin olduğu yerde mucizevi ve sihirli enerjiyi getirecek olan enerji mevcuttur. Sevgi en büyük dönüşümü yaratır.

Uyumdan, simya uygulamasındaki içteki uyumun dişarıdaki uyumu yaratacağı şekliyle bahsemiştim. Uyumsuzluk hastalığı yaratır; uyum güzellik  ve sağlığı yaratır

İmajinasyon da dönüşüm mucizesini gerçekleştirmede diğer bir anahtar zira saf, temiz ve de tüm yaşamı destekleyen bir çevreyi tasavvur edebilmemiz gerekiyor. Amerikalı bir astrolog olan Caroline Casey diyor ki: “Hayal gücü gerçeklik treninin yol alacağı rayları döşer.” Hayal gücümüzle dünyamızı şekillendirme yeteneğine sahibiz.

Bu formüle ek olarak hatırlanması gereken diğer prensipler de var. Algımızı değiştirdikçe gerçekliğimizi değiştiririz. Temiz bir çevre gerçekliğini yaratmak için algımızı değiştirirken herşeydeki güzelliği görebilmemiz gerekiyor. Herşeyin içindeki güzelliği görebilmemiz içinse takdir ve şükran hali içinde yaşamalıyız.

Çalışmanın iki aşaması bulunuyor.  Bir beden, düşüncelerimiz ve geçmiş deneyimlerimizden fazlası olduğumuzu fark etmeyi öğrenmek çalışmanın bir aşaması. Biz ruhsal ışığız ve her zaman ilahiyiz.

Ayrı değiliz fakat tek bir kaynağa ve yaşam ağına bağlıyız. Yere düşüp, kendisinin gövdeden bağımsız bir yaşamı olduğunu düşünen bir parmağı hayal edin. Bugün olan da bu. İnsanoğlu, orijinal yaşam kaynağıyla bağlantısını unutmuş, ayrı parmaklar  gibi hareket ediyor.

Egosal durum içindeyken kendimizi birbirimizden ve yaşamın geri kalanından ayrı olarak algılıyoruz. Yaşamdaki olaylar ve diğerleriyle ilişkilerimiz negatif düşünce ve duyguları tetikliyor. İnsan olarak, duygu ve düşüncelerimizi kabul etmemiz önemli. Düşünce ve duygularımızın ardında diğerlerine ve çevreye gönderebileceğimiz enerji olduğunu kabul etmemiz de önemli.  Şamanist kültürlerde öfkeyi ifade etmek ile öfkeyi göndermek arasında fark olduğu bilinir.

Çeşitli duygu ve düşüncelere sahip olmak sağlıklıdır. Yapmamız gereken çalışma, düşünce ve duygularımızın ardındaki enerjiyi sevgi ve ışığa nasıl dönüştürebileceğimizi öğrenmek. Bu şekilde, duygularımızı derinden hisseder fakat bunu yaparken zarar vermemiş oluruz.

Tüm antik kültürlerdeki gibi, sözcüklerin titreşim olduklarını yeniden anlamalıyız. Ve sesli olarak konuştuğumuzda evrene, diğerleri ve kendimizde ortaya çıkacak olan bir titreşim göndeririz.

Çocukken abrakadabra dediğinizi hatırlarsınız. Bu aslında Aramice “abraq ad habra”dır ve birebir çevirisi de “Konuştukça yaratacağım”dır.

Çalışmanın ikinci aşaması, topluluk olarak biraraya gelerek yaratmış olduğumuz kirliliği geri çevirmek için seremoniler yapmak.

Yeryüzü için Şifa: Kişisel ve Çevresel Toksinleri Nasıl Dönüştürmeli adlı kitabım yukarıdaki materyalin detaylarını içeriyor. Kitabı yazdıktan sonra, yazmış olduğum uygulamaların toksinleri gerçekten dönüştürüp dönüştürmediğini kontrol etmek için bazı bilimsel deneylere başladım.

Deiyonize suyu (içinde mineral bulunmayan saf su) çevremizde yaygın olarak bulunan amonyum hidroksit ile özellikle kirleterek çalıştım. Amonyum hidroksit güçlü bir baz olduğundan, varlığını pH kağıdıyla kontrol etmek kolay. Bu noktada öğrencim olan pek çok grupla birlikte çalıştım. Yazmış olduğum prensipleri kullanarak çalışma yaptığım her grupta, suyun pH değeri nötre doğru 1 ila 3 arasında azaldı. Günlerce hazırlık yaptık ama seremoni çalışmasına bir kere başladığımızda suyun değişmesi için yaklaşık 15-20 dakika yeterli oldu. Bilimsel bakış açısıyla bu imkansız olarak görülürdü.

Bu ilk deneylerden itibaren Kirlian etkisini temel alan bir gaz boşaltım görüntü kamerası kullanmaya başladım. Artık çemberimizde varolan maddelerdeki enerji değişimlerinin fotoğraflarını çekebiliyoruz. Çemberimizde su dışında şeftali, yoldan aldığımız bir miktar toprak ve biraz peynirli kraker de kullandık. Çekmiş olduğumuz fotoğrafları görmek için lütfen www.medicinefortheearth.com adresine giderek, results (sonuçlar) butonuna tıklayınız.

Seremonilerimizde çevreyi manipüle etmeye çalışmamış olduğumuz, not edilmesi gerekli önemli bir nokta. Çemberimizin sunağındaki maddelere odaklanmadık. Dış dünyanın içimizde yaptığımız değişimleri bize yansıtacağı anlayışıyla kendimizi değiştiriyoruz. Bu algı biçimi, antik ve ezoterik olan “aşağısı yukarısı gibidir; dışarısı içerisi gibidir” prensibine dayanıyor.  

Simyacılar gerçekte kurşunu altına dönüştürmemişlerdir. Simya uygulaması kurşun bilinci altın ışıklı bilince dönüştürmekle ilgilidir. Bilincimizi değiştirmeye ve içimizdeki ışıkla bağlantıya geçmeye başladığımızda dışımızdaki dünyada büyük değişiklikler meydana getiririz. Dünyayı değiştiren yaptığımız değil olduğumuz şeydir.

Tüm yaşam ışıktır. Hepimiz ışığız. Bunu hatırladığımızda dışsal çevredeki ve içimize aldığımız herşeyi şifalandırıcı saf ışığa dönüştürebiliriz.

Tüm spiritüel gelenekler herşeyin fiziksel düzeyden önce spiritüel düzeyde ortaya çıktığını öğretir. Gezegenimizde değişim yaratmak için gücümüz, spiritüel uygulamaları yaşamlarımıza katmakta yatar.



Not: Yeryüzü için Şifa atölye çalışmasına katılmak için  Şamanik Yolculuk Başlangıç Düzeyi eğitimini almış olmak ya da şamanik yolculuk konusunda deneyim sahibi olmak gereklidir. Çalışma ile ilgili duyuruyu ilerideki aylarda blogda yayınlayacağım. Simin Uysal