7 Ağustos 2015 Cuma

Polinezya Yol Bulma Sanatı

Simin Uysal


Yerli halkı tarafından Rapa Nui olarak adlandırılan Paskalya adası mitolojisine göre,  bu adaya ilk yerleşen Polinezyalılar Hotu Matu’a adındaki kral ya da büyük şefin önderliğinde buraya gelmişlerdir.  
Paskalya Adası mitolojisi, bize Polinezyalıların Hiva adındaki ilk ülkelerinde, bir iç savaş zamanında Hau-Maka adında, aynı zamanda dövmeci olan bir “rahip”, halkı ve kralı Hotu Matu’a için savaştan uzak ve huzurlu bir yer bulmak istediğini anlatır. Hau-Maka ruhunun uzak bir diyara yolculuk yaptığı bir rüya görür. Bu rüyada ruhu ilk olarak üç küçük adaya (Motu Nui, Motu Iti, Motu Kao-kao) ve büyük bir deliğe (Rano Kau volkanik krateri) varır.  Hau Makanın ruhu adanın çevresindeki rüya yolculuğunu saatin ters yönünde sürdürür ve Anakena (adanın kuzeyinde güvenli bir liman ve kralın gelecekte yaşayacağı yer), Papa o Pea (genç prenslerin büyüyeceği yer) gibi yirmi sekiz yer daha tespit eder.
Hau Maka uyandığında kardeşi Hua Tava’ya rüyasını anlatır ve ondan gidip bu rüyayı krala anlatmasını ister.  Rüyayı dinleyen kral, yedi adam görevlendirerek, Hau Maka’nın rüyasındaki adayı aramalarını ister ve onlara hedefe ulaşmaları için rüyanın sağladığı “haritayı” verir. Vaitu Nui’nin (Nisan ayı) 25. Günü yola çıkarlar ve Maro’nun (Haziran) ilk günü üç küçük ada ve büyük deliğe ulaşırlar. Hau-Maku’nun rüyasındaki yolu takip ederek yolculuklarını saatin aksi yönünde sürdürür ve keşiflerini tamamlayarak sonunda geri dönerler. Döndüklerinde kral, halkına toplanmalarını söyler ve iki ayın sonunda Paskalya Adasına varıp oraya yerleşirler. 1722’de Hollandalı kaptan Jacob Roggeveen’in keşfine dek bin yılı aşkın bir süre boyunca da dünyadan izole biçimde yaşamışlardır.
Dünyaca ünlü, hemen her turistik kitapta yer alan Maoi adındaki heykeller de buradadır. Tam olarak hangi tarihte yapıldığı da bilinmeyen heykellerin, M.S. 1000 ile 1600 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Yine tahminlere göre bu taş heykeller, atalar kültü çerçevesinde, yerliler tarafından atalarının ruhlarını onurlandırmak için yapılmıştır.
Polinezyalıların okyanusta binlerce kilometreyi pusula ya da herhangi bir alet olmaksızın geçebilmelerinin adı “yol bulma sanatıdır”. Usta yol bulucular güneş, ay, yıldızlardan, rüzgarlardan ve bulutlardan, balık ve kuşların hareketlerinden yararlanır ve atalarından sözel gelenekle geçen öğretileri uygularlar.  Bunu nasıl yaptıkları, 1970li yıllarda Hawaii’li bir grup araştırmacının ilgisini çekmiştir. Böyle bir yolculuğu, Hōkūle‘a adlı geleneksel kanoyu aslına uygun olarak yeniden inşa etmek ve tayfaları eğitmek için Melanezya’dan Pius Mau Piailug adında usta bir yol bulucuyu davet etmişlerdir. Atalarından, geleneksel biçimde çıraklık yoluyla ve gerekli pek çok şeyi şarkılarla öğrendiği bu sanatın modern dünyada kaybolup gitmesini hiç istemeyen Mau, bu daveti kabul ederek Hawaii’ye gitmiş ve onlara dalgaları dinlemeyi, rüzgarlarla konuşmayı, yıldızları ve kuşları izlemeyi öğretmiştir. Okyanusta yapılan binlerce millik yolculuklarda hava daima açık, dalgalar daima küçük, balıklar, kuşlar ve yıldızlar ise sürekli görünür değildir. Bir yol bulucu, yıldızsız geceler ve fırtınalı havalarda da yolu bulmak zorundadır.
Hawaii’de bulunan Polinezya Deniz Yolculuğu Derneği’nin üyesi ve Mau’nun öğrencilerinden Nainoa Thompson 1979 Kasım’ında, Tahiti’ye yapacakları yolculuktan kısa bir süre önce, Mau’dan aldığı son dersi anlatır:
“Mau ile birlikte,  gökyüzünü gözlemlemek için Lanai’ye gittik. Yakında Tahiti’ye yola çıkacaktık. Endişeliydim hatta biraz korkuyordum. Önümdeki muhteşem bir meydan okumaydı.
Mau, Tahiti’nin hangi yönde olduğunu göstermemi istedi. Gösterdim. Sonra bana “adayı görebiliyor musun?” diye sordu.
Sorusu beni şaşırtmıştı. 2,200 mil ötedeki adayı elbette göremiyordum.  Fakat sorusu ciddiydi ve dikkatlice ele almam gerekiyordu. Sonunda, “Adayı göremiyorum ama zihnimde bir imajını görebiliyorum” diye cevap verdim.
Mau, “İyi” dedi, “Sakın bu imajı kaybetme yoksa kaybolursun.” Sonra bana döndü ve “haydi artık arabaya binelim ve eve dönelim” dedi.
Bu son dersimizdi. Mau, bana kendime güvenmem gerektiğini, varmak istediğim yere ait bir imaja sahip olduğumda ve onu muhafaza ettiğimde, hedefime ulaşacağımı söylemişti.”[i]  
Düşünü düşlemek ve onu canlı tutarak, besleyerek fiziksel yaşamda meydana getirmekle ilgili bu son ders belki de en önemlisidir. Fakat Naiona’nın anlattıkları burada sona ermez. Kanoyla yaptıkları yolculuk sırasında, hedeflerine yaklaştıkları bir gün şaşkınlık içinde kapalı hava ve sis yüzünden nerede olduklarına dair hiçbir fikrinin olmadığını fark eder. Açık denizde hayatta kalmak için gerekli olan zihinsel sürekliliğini ve hafızasındaki gerekli her şeyi kaybetmiş olduğunu görür. Yaşadığı korkuyu diğerlerine belli etmez ve ümitsizlik anında Mau’nun son dersini hatırlar. Adayı zihninde görebiliyor musun? Gevşer ve adayı zaten bulduğunun farkına varır. Ada içinde oldukları kutsal kanonun kendisidir ve ihtiyacı olan her şey ondadır. Aniden, hava aydınlanır ve omzunun üzerinde güneşin sıcaklığını hissettiği bir ışık huzmesi parlar. Bulutlar dağılır ve ışığı takip ederek adaya ulaşırlar. Dışarıdan bakan biri için, Yol Bulucu vizyonundakileri bir mıknatıs gibi kendine çekiyormuş gibi görünür.
İmajinasyonumuzu bu şekilde kullanmak, zihinsel bir egzersiz gibi bir şeyleri “uydurmak” değil, olmak isteyen şeyi hissetmektir. Kimileri bunu algılarının bir yere çekilmesi gibi hissederken, kimileri de bir doğmayı bekleyen bir bebeğin annesinin karnını tekmelemesi gibi hissederler. İmajinasyonumuzu kullanmak, yaratmak istediğimiz şeylerin bir şablonunu yaratmaktır. Bunun için derinlere inmek ve gerçeklemeyi isteyen şeyin ne olduğunu bulmak ve daha sonra bir dedektif, bir mühendis, bir doktor, bir mimar gibi çalışarak onu üç boyutlu fiziksel gerçekliğe getirmektir. Bu da yaratıma aktif olarak katılmaktır.
Yol bulucular, ister okyanusta ister modern yaşamın kaosunda olsunlar, hep aynı yöntemi kullanırlar.  Yol Bulucu’nun sırrı açıktır. İlk olarak, ruhumuzun düşünün yönüne dönerek kalbimizin gerçekleştirmeyi arzuladığı bir vizyona, bir büyük düşe sahip olmamız, sonra bu vizyonu tüm duyularımızla deneyimlememiz ve son olarak da onu canlı tutmamız gerekir.  Bu, hemen hemen tüm kültürlerdeki şifacı ve vizyonerlerin yöntemidir. Avustralyalı Aborijinler, çölde yüzlerce kilometrelik yürüyüşlerinde aynı yöntemi kullanırlar.  



[i] http://pvs.kcc.hawaii.edu/index/founder_and_teachers/mau.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder