Simin Uysal
Rüyalar yalnızca
yorumlanmak için değildir, eylem gerektirir. Bu eylem bazen bir araştırma
olabilir ve ben de rüyanın ipuçlarını takip ederek dedektiflik yapmaya bayılırım.
Nisan ayıydı. Birlikte bir proje
üzerinde çalıştığımız yabancı şirketten Ankara’ya bizimle görüşmek için gelen
arkadaşı eve yemeğe davet ettim. Ankara’ya ilk gelişiydi ve Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’ni görmek istiyordu. Ben de birlikte gidebileceğimizi,
sabah onu otelinden alacağımı söyledim. Saat onda buluşmak için sözleştik.
Sabaha karşı harika bir
rüyayla uyandım. Rüyamda antik bir kalenin içinde bir rehber eşliğinde
geziyordum. Sekiz on yaşlarında bir oğlan, heyecanlı içinde, beni gruptan
ayırarak etrafı gezdirmeye başladı. Bir odaya girdik. İçeride yeni toplanmış üzümlerin
nasıl yıkandıklarını gösterdi. Oğlanın dedesi de üzümü hangi işlemlerden geçirdiklerini
anlattı. Üzümlerin yıkandıkları odadan çıktıktan sonra, taştan koridorda
yürürken, muhteşem bir kadın sesinin söylediği bir şarkı duymaya başladım. Ses
hemen dışarıdan geliyordu. Dışarı çıktığımda, avluya benzer bir yerde bir meşe
ağacıyla karşılaştım. Şarkıyı söyleyen meşe ağacıydı.
Kulaklarımda meşenin
şarkısı ve yüzümde bir gülümsemeyle sabah dörtte uyandım. Eşimi rahatsız
etmemek için ayaklarımın ucuna basarak çalışma odama gittim ve rüyamı yazdım.
İlk çağrışımlarımı not ederken aklımda Druidler vardı. Druidler Keltlerin rahip
sınıfına verilen isim. Diğer bir anlamının da meşe ağacı insanları olduğunu
okumuştum. Kelt denildiğinde ise aklıma İngiltere, Galler, İrlanda ve özellikle
İskoçya geldiği için üzüm ve şarap yapımını bir türlü bağdaştıramadım.
Sabah sözleştiğimiz saatte
arkadaşımı otelinden aldım ve beraberce Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittik.
Müze, Ankara’da Ulus semtinde Ankara Kalesi’ne birkaç adım uzaklıkta. Geçen
yıldan bu yana ise yenileme çalışma yapıldığından, büyük bölümü kapalı. İçeri
girerken görevli alt katta yenilemenin tamamlandığını ve yeni koleksiyonu
görebileceğimizi söylediğinde bu yüzden çok sevindim.
Alt kata indiğimde,
muhteşem bir sergiyle karşılaştım fakat dikkatimi asıl çeken Gordion’da
bulunmuş bir yüzüktü. Üzerinde bir çıpa figürü vardı ve Ankara’nın antik adı
olan Ancyra’nın harfleri kazınmıştı. Ankara’yı gemi çıpası sembolü ile düşünmek
hayli zor. Denizin olmadığı yerde gemi çıpası, hem de şehrin sembolü olarak bir
hayli ilginç geldi. Konuyu araştırmaya karar verdim.
Akşam sevgili Google’a danıştım, şöyle diyordu “Galatlar MÖ 280-274 yıllarında Balkanlar ve Batı
Anadolu'da yaşadıktan sonra
Orta Anadolu'da Ankara ve Çorum, Yozgat yöresine
yerleşen Orta
Avrupa kökenli
Kelt kavimine
mensup Galyalılara Yunanlıların ve Romalıların verdiği ad.
Galatların yerleştiği bölgeye Antik
Çağ'da Galatya adı verildi…Bugünkü
Ankara isminin türetildiği Ankyra kelimesinin durduran anlamında Galatlar
tarafından verildiği söylenir. (İngilizcedeki "anchor" (deniz çıpası)
kelimesinin Ankyra kelimesinden türediği söylenir) Bölgede yapılan yüzey
araştırmalarında Polatlı'da Basrikale ve Hisarlıkaya, Sakarya Irmağı'na hakim
Çanakçı ve Çağlayık, Beypazarı'nda Tabanoğlu ve Dikmenkale, Ayaş'ta Canıllı,
Keçiören'in Bağlum köyünde Hisartepe ve daha başka kale kalıntıları belirlendi.
Kalelerin bazıları çevredeki kaya kitlelerine bağlanarak yapılmıştı. Galatlar, Ankara Kalesi gibi
birçok kale yaparak bölgede egemenliklerini kurdular... Ankara Kalesi’nin ilk yapıldığı tarih kesinlikle
bilinmemekle birlikte, M.Ö. 2. yüzyılın başında, Romalılar bölgeye geldiğinde,
Galatlar’ın Tektosag kabilesi kaleye sığınmıştır. Önemli Galat merkezi olan
Ankara Kalesi, İç Kale ve Dış Kale olarak iki kısımdan oluşur...”
Rüyamda gezdiğim kalenin Ankara kalesi olduğunu böylece anladım. Çok iyi savaşçı olan
Galatların şarapçılık ve tuzculuk ile de uğraştıklarını da öğrendim. Ankara ve
civarının tarih boyunca üzüm bağları ile bilindiğini de hatırlayınca benim için
herşey netlik kazanmış oldu. Son yıllarda Hattiler, Frigler ve Hititler’e
öylesine merak sarmıştım ki sanki Keltler bana “bir dakika, burada biz de
yaşadık” diyorlardı. Onları tamamen atlamıştım.
Hepsi bununla da kalmadı. Olanlar, çeşitli sebeplerden dolayı yapmaktan vazgeçtiğim İskoçya yolculuğu ve Sandra Ingerman’ın “Yeryüzü için Şifa ve Spiritüel Işıkla Şifalanma” çalışmasına katılmak için beni cesaretlendirdi. Yine bir Kelt diyarı olan İskoçya’da ilham verici bir hafta geçirdikten sonra, Yeryüzü için Şifa çalışmasını paylaşmak için büyük bir heves ve mutluluk içinde geri döndüm.
her zamanki gibi mükemmel bir ifadeyle anlatmışsın teşekkürler
YanıtlaSilTeşekkür ederim!
SilSüper bir deneyim, bize ışık tutuyorsunuz
YanıtlaSil