9 Ağustos 2013 Cuma

BİR RÜYADAN KELTLERİN ANKARA’SINA VE İSKOÇYA’YA UZANAN BİR MACERA

Simin Uysal

Rüyalar yalnızca yorumlanmak için değildir, eylem gerektirir. Bu eylem bazen bir araştırma olabilir ve ben de rüyanın ipuçlarını takip ederek dedektiflik yapmaya bayılırım.  
Nisan ayıydı. Birlikte bir proje üzerinde çalıştığımız yabancı şirketten Ankara’ya bizimle görüşmek için gelen arkadaşı eve yemeğe davet ettim. Ankara’ya ilk gelişiydi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni görmek istiyordu. Ben de birlikte gidebileceğimizi, sabah onu otelinden alacağımı söyledim. Saat onda buluşmak için sözleştik.

Sabaha karşı harika bir rüyayla uyandım. Rüyamda antik bir kalenin içinde bir rehber eşliğinde geziyordum. Sekiz on yaşlarında bir oğlan, heyecanlı içinde, beni gruptan ayırarak etrafı gezdirmeye başladı. Bir odaya girdik. İçeride yeni toplanmış üzümlerin nasıl yıkandıklarını gösterdi. Oğlanın dedesi de üzümü hangi işlemlerden geçirdiklerini anlattı. Üzümlerin yıkandıkları odadan çıktıktan sonra, taştan koridorda yürürken, muhteşem bir kadın sesinin söylediği bir şarkı duymaya başladım. Ses hemen dışarıdan geliyordu. Dışarı çıktığımda, avluya benzer bir yerde bir meşe ağacıyla karşılaştım. Şarkıyı söyleyen meşe ağacıydı.

Kulaklarımda meşenin şarkısı ve yüzümde bir gülümsemeyle sabah dörtte uyandım. Eşimi rahatsız etmemek için ayaklarımın ucuna basarak çalışma odama gittim ve rüyamı yazdım. İlk çağrışımlarımı not ederken aklımda Druidler vardı. Druidler Keltlerin rahip sınıfına verilen isim. Diğer bir anlamının da meşe ağacı insanları olduğunu okumuştum. Kelt denildiğinde ise aklıma İngiltere, Galler, İrlanda ve özellikle İskoçya geldiği için üzüm ve şarap yapımını bir türlü bağdaştıramadım.

Sabah sözleştiğimiz saatte arkadaşımı otelinden aldım ve beraberce Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittik. Müze, Ankara’da Ulus semtinde Ankara Kalesi’ne birkaç adım uzaklıkta. Geçen yıldan bu yana ise yenileme çalışma yapıldığından, büyük bölümü kapalı. İçeri girerken görevli alt katta yenilemenin tamamlandığını ve yeni koleksiyonu görebileceğimizi söylediğinde bu yüzden çok sevindim.

Alt kata indiğimde, muhteşem bir sergiyle karşılaştım fakat dikkatimi asıl çeken Gordion’da bulunmuş bir yüzüktü. Üzerinde bir çıpa figürü vardı ve Ankara’nın antik adı olan Ancyra’nın harfleri kazınmıştı. Ankara’yı gemi çıpası sembolü ile düşünmek hayli zor. Denizin olmadığı yerde gemi çıpası, hem de şehrin sembolü olarak bir hayli ilginç geldi. Konuyu araştırmaya karar verdim.

Akşam sevgili Google’a danıştım, şöyle diyordu “Galatlar MÖ 280-274 yıllarında Balkanlar ve Batı Anadolu'da yaşadıktan sonra Orta Anadolu'da Ankara ve Çorum, Yozgat yöresine yerleşen Orta Avrupa kökenli Kelt kavimine mensup Galyalılara Yunanlıların ve Romalıların verdiği ad. Galatların yerleştiği bölgeye Antik Çağ'da Galatya adı verildi…Bugünkü Ankara isminin türetildiği Ankyra kelimesinin durduran anlamında Galatlar tarafından verildiği söylenir. (İngilizcedeki "anchor" (deniz çıpası) kelimesinin Ankyra kelimesinden türediği söylenir) Bölgede yapılan yüzey araştırmalarında Polatlı'da Basrikale ve Hisarlıkaya, Sakarya Irmağı'na hakim Çanakçı ve Çağlayık, Beypazarı'nda Tabanoğlu ve Dikmenkale, Ayaş'ta Canıllı, Keçiören'in Bağlum köyünde Hisartepe ve daha başka kale kalıntıları belirlendi. Kalelerin bazıları çevredeki kaya kitlelerine bağlanarak yapılmıştı. Galatlar, Ankara Kalesi gibi birçok kale yaparak bölgede egemenliklerini kurdular... Ankara Kalesi’nin ilk yapıldığı tarih kesinlikle bilinmemekle birlikte, M.Ö. 2. yüzyılın başında, Romalılar bölgeye geldiğinde, Galatlar’ın Tektosag kabilesi kaleye sığınmıştır. Önemli Galat merkezi olan Ankara Kalesi, İç Kale ve Dış Kale olarak iki kısımdan oluşur...

Rüyamda gezdiğim kalenin Ankara kalesi olduğunu böylece anladım. Çok iyi savaşçı olan Galatların şarapçılık ve tuzculuk ile de uğraştıklarını da öğrendim.  Ankara ve civarının tarih boyunca üzüm bağları ile bilindiğini de hatırlayınca benim için herşey netlik kazanmış oldu. Son yıllarda Hattiler, Frigler ve Hititler’e öylesine merak sarmıştım ki sanki Keltler bana “bir dakika, burada biz de yaşadık” diyorlardı. Onları tamamen atlamıştım.  

Hepsi bununla da kalmadı. Olanlar, çeşitli sebeplerden dolayı yapmaktan vazgeçtiğim İskoçya yolculuğu ve Sandra Ingerman’ın “Yeryüzü için Şifa ve Spiritüel Işıkla Şifalanma” çalışmasına katılmak için beni cesaretlendirdi. Yine bir Kelt diyarı olan İskoçya’da ilham verici bir hafta geçirdikten sonra, Yeryüzü  için Şifa çalışmasını paylaşmak için büyük bir heves ve mutluluk içinde geri döndüm. 

3 yorum:

  1. her zamanki gibi mükemmel bir ifadeyle anlatmışsın teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Süper bir deneyim, bize ışık tutuyorsunuz

    YanıtlaSil